13 Nisan 2009 Pazartesi

kızıla boyalı saçlar

Sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız olarak kalakaldı: nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın.
Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?

8 Nisan 2009 Çarşamba

ölümsüz sanrılar

Kalemi kırıyorum. Cümlelerim son kez canlanıyor ucuz mürekkeplerde. Ve çirkin yüzler son kez aydınlanıyor zamanı geçmiş düşüncelerimle, köhne caddelerde.
Garip sanrılarla aydınlanıyor odam. Görülmemişleri görme telaşım var anlaşılan. Sussam belki, kabullensem biraz, körleşebilir ellerim. Duymasam belki, hissetmesem kokuşmuş duygularımı böyle derinden, yaşanılabilir anılar. Haksızlıkları sıralamayı bıraksam ve saman aleviyle tutuştursam bedenimi, yine aynı olur muydu ki?
Saatimi ileri aldım, alışamadım geri sardım. Rujum yanaklarıma bulaşmış, akan rimelimle karışmış; hoş bir esinti var yüzümde. Hayalin elime yüzüme bulaşmış, kemiklerimi doğramak için kullandığım satırla elimi doğramışım farkında olmadan. Hayalin kanımla karışmış; ulaşılmazlıklar var yüreğimde.
Yüzüm göl, yüzüm okyanus. Yüzüm sığ, yüzüm derin. Yüzüm hiç hissedemediğin kadar serin!
Çekmecelerimde kaybetmişim sonsuzluğu meğer. Ondanmış, zamanın bu denli acımasız oluşu. Beslediğim köpekbalıklarına yem olarak kullanmışım umutları. Anladım, ondanmış, onların hep bu kadar doyumsuz ve yüreğimin bu denli eksik oluşu.
Yürek soğuk, beden buz tutmuş…
Aklımda bin ton düşünce, tek bir kilosu bile felaketlere gebe. Tutuşmuş hayatlar var aynalarda, o yüzden görülmez siluetler. Göremem. Kızmış yağa batırdığım kalın bir şişle çıkardım gözlerimi, çok olmadı daha. Kurtuluş yolları ağrılı, kurtuluş yolları acı dolu. Ama sonuç net, gerçek bu sefer şaşırmaz istikametini. Görülmez, göremem!
Sevdiklerimin kaçı hayatta acaba? Kaç tanesi esir olmamıştır şimdi parmaklıklara? Gerçi ben, hep arkalarından konuşurdum onların. Yüzlerden iğrenirdim ben. Cümle âlem bilirdi pislikleri de ben henüz gerçekleri anlayamadan söylenirdim, dolunayla aydınlanan gecelerde. Evet, dolunayları beklerdim dökülmek için. Dolunaylarda çıkardım sokağa, yanımda kurdumla. Bir o ulurdu geceye, bir ben. Bir ben söverdim güne, bir o. Ancak böyle anlaşırdık. Ancak böyle uyuyabilirdik gece yarılarından sonra, tahta kulübemizde, birbirimizi ısırmadan!
Günler kısalır, günler uzar. Geceler hep bildiğin gibidir. Geceler hep bildiğin hayal kırıklıklarıdır. Onlar hep gözyaşıdır. Şimdi düşünüyorum da, sen beni sever miydin acaba, benim geceyi sevdiğim kadar!
Satır aralarına noktalar iliştirdim, bilen bilir sevmem virgülleri. Ardı arkası kesilmeyen yarım yamalak gülümsemeleri sevmem. Yarım yamalak cümleleri sevmem. Devrik cümleleri severim ben, tepetaklak olmuş hayatları severim.
Gözüm bir yerden ısırıyor bu tedaviyi. Kendi kendini iyileştirme takıntısı olanlardanım neyse ki. Gelmiş geçmiş bütün kılavuzlara eşdeğerdir sözüm. İyi bilirim, maval okumayı. İyi bilirim, lugatsız sevişmeyi. O yüzden anlarım senin dilinden, konuşursan susarım, susarsan ağlarım!
Ay bitmiş, yıl geçmiş. Toprak kokusu sarmış beyinleri. Tütün kokusu sarmış bedenleri.
Ama şu an, dünya dursa, zaman dursa, ruhlar değişse, sen değişsen, ben değişsem, şiddet değişse, tutku değişse, yine de aynı hızla sever miydin beni?
Yine aynı hızla vazgeçer miydin peki?
Sanırım köpek balıklarını öldürmeliyim artık; geriye dönmeyeceksem. Tuzlu suya bıraktığım gözlerimi alıp yerlerine geri takmalıyım, öldürmeyeceksem!
Umutlar daha fazla savrulmamalı, hayaller yorgan yapılıp dilencilerin üstlerine örtülmemeli, kurtla yoldaşlığa son verilmeli, eğer tekrar sevemeyeceksem seni!