30 Ocak 2009 Cuma

güneş kokusu / özlenen..

Dur! gitme..
Bu acelen ne? doyamadım daha güneş kokusuna..

Dur! gitme..
Daha çok erken. vakit varken sakla beni..

Bu sabah görmüyor gözlerim,
İçinde sakla beni bari nefes alayım..

Bu sabah görmüyor gözlerim,
İçinde sakla beni bari nefes alayım, bırak nefes alayım...

29 Ocak 2009 Perşembe

...

And I still wonder if you ever wonder the same
And I still wonder...

eksik

kırık aynalarda yitik düşler bıraktım bugün..
dün olduğu gibi ve yarın olacağı gibi belki..
sabahın ilk işi gibi mecburi günün son işi gibi kasvetli!
yaralarımla yaşamayı öğrenmeliyim artık sanki..
ve umutsuzluğu benimsemeliyim..
susmalıyım artık biraz...
ve siktir olup gitmeliyim!

24 Ocak 2009 Cumartesi

alışkanlık yaparsa..


Uyku bedende alışkanlık yapar mı? Yaparsa ne olur? Bünye bundan memnun olur mu, sapıtır kalır mı, felaket düdükleri çalar mı, çalsa da kimin umrunda olur? Yemeksiz, susuz, uykusuz diyemeyeceğim bir hayat nereye kadar devam eder, etse de katkı da bulunur mu?
Uyku bütün kötülüklerin kapatıcısı sanırdım, başlangıcı olmaya yüz tutmuşken. Oysa ne çok seviyorum uyumayı, uyurken unutmayı, düşünmeden gülümsemeyi uykuda, ah şu arada bir yoklayan kabuslarda olmasa.. nasıl seviyorum düşüncesiz, kifayetsiz kalmayı!
Of, yoruldum. Bu kez gerçekten dibe vuruyorum. Aynalardan kaçarak süren bir hayatım var çünkü göz altlarımdaki o, ‘hey sana neler oluyor böyle, neler yapıyorsun kendine, yataktan çıkma vaktin gelmedi mi senin, insanların arasına karışma vaktin gelmedi mi..’ diye çığlıklar atan rengi mora çalan halkacıklar canımı sıkıyor. Çünkü o çok sevdiğim gözlerim aynaya baktığımda ona acımam için, kendime acımam için birden kan toplayıveriyor. .çünkü aynaya baktığımda kendimi görüyorum kendime baktığımda … görülmemesi gerekenleri! Biliyorum. Ama bunu bilmek canımı acıtmıyor işte. Her şey batıyor da bu batmıyor işte.
Kalabalıkları özlemiyorum. Hiç sevmedim zaten. Yeni yüzler, yeni hayatlar, yeni yalanlar, yeni oyuncular, oyunbozanlar… liste uzar da uzar! Aslında hiçbir şeyi özlemiyorum şu an, hiçbir duyguyu barındırmadığım gibi içimde buna da yer vermiyorum. Ne fark eder ki zaten. Kalabalıkları özlesem, hadi diyelim ki karışsam aralarına yutulmaz mıyım bir süre sonra orda? Sanki hiç olmadı mı bugüne kadar?.. tadı ekşi, tadı acı! Tadılası bir şey değil biliyorum. Meğer ne çok şey biliyormuşum ben. O zaman neden hala bu ürkek kız tablosu, neden kaçışlar?
Oysa Melek bile korkmuyor karanlıktan artık. o küçük kadın bile korkmuyor!
Peki, ben neden korkuyorum?
Bak bilmediğin bir şey varmış işte senin de. Ya da daha doğrusu bilmek istemediğin büyük ihtimalle! Ha istesem de ne değişir ki diyorum ve kendi kendime sonuna kadar katılıyorum. Umutları yeşertir mi tekrar bilinmeyenler? Yok artık daha neler!
Sıkıldım. Sıkıldım ve böyle anlarda saçmalamayı çok seviyorum. Aa ne garip meğer bir şeyleri sevebiliyormuşum! Bastırılmış duygularım dışarı çıkabilmek için gün mü sayıyor yoksa? Ne halta yarayacaklarsa!
Kırıldım ve istemiyorum parçalarımı yapıştırmayı. Öyle kırık öyle savunmasız daha hoş geliyorlar gözüme zaten. Hem hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, izler kaybolmayacaksa neden uğraşılır ki dönmek için hayata?
Hayat zor! Hayat katlanılmaz! İnsanlar acımasız! İnsanlar dayanılmaz!
Denemeye gerek yok. Daha fazla yorulmaya, daha fazla aldatılmaya hacet yok!

Kabulleniyorum..

Evet ,ben o kadar güçlü değilim. Evet, ben hala korkuyorum karanlıktan. İtirazı olan?

21 Ocak 2009 Çarşamba

bak! kozadan sürpriz çıkmış..

Sana geldim yine böcek. Sana koştum. Bak sana sarıldım. Seni özledim yine böcek.
Evimin bacası tütüyor hala benim umutsuzluğuma inatla. Elim titriyor ama değişti artık döngüler. Kayıp düşen bardakların sayısını bilmiyorum. Ayaklarımdan akan kanlar kırık camlarda hoş renkler bırakıyor. İşte bunu seviyorum.
Sana ne anlatmalıyım bilmiyorum böcek. Benden çok içimdesin zaten benim. Ben beni kustum. Ben beni öldürdüm. Ve ben benim ölümümü izledim kahkahalarla. Neydim ki aslında… hala bilmiyorum cevapları. Ama sana kıyamıyorum böcek. Seni kusamıyorum!
Kırgınım biliyorsun. Zamanla azalıp gitmeyecek yok olup yitmeyecek bir kırgınlık bu seferki. Belli bir özneye bağlayamam ama etkenleri görmezden gelemem tabi ki. Hani birkaç mısra vardı ya bilirdin sende; ‘ benim kitabımda iki kere iki ya dört eder ya da sıfır!’.
Tek bir rakama gerek kalmaz benim kitabımda aslında. Neyi neyle çarpsan sıfır karşılar seni. Çok denedim umut dolu cümleler kurabilmeyi. Çok denedim gerçekten içten gülebilmeyi. Güldüm de belki. Ama sandım da daha çok! Ne bekleyebilirsin ki şimdi. Her yolun çıkmaza girdiği bir şehirde sence yeni bir yol inşa edilebilir miydi? O karanlık şehre bir gün güneş doğabilir miydi? Güneş duasına mı çıkmalıydık yağmur duasına çıkar gibi. Gerçi çıksaydık da duyan olur muydu peki?
Ne yapmalı söylesene böcek.. bize hiç acımadan yalan söyleyen dillere biber mi sürmeli? Ellerimizden hayallerimizi koparan ellere kelepçe mi takmalı? Bizi bizden çalan bedenleri kapı ardına mı kilitlemeli? Söyle çocuk… söyle bana…
Eğer susarsan sen de şimdi ben gözyaşlarımdan yorgan yapabilirim kendime belki. Üşümemek için değil, hayır. Aksine daha çok üşümek için. İçimden çıkanları içime tekrar katmak için, sökükleri dikmek için.. ama sürekli yama yaparak yaşanmaz ki hayat. Bilmiyor muyduk bunu?
Ben o yangının küllerinden koza yaptım kendime. Derinine yapıştırdım acılarımı sökülüp gitmesinler diye. Eğer çıkarsam bir gün kozamdan tek bir gün olacak bana armağan. Tek bir gün göreceğim o riyakar suratları ve övüneceğim. Gidebiliyorum ya artık, sevineceğim. Gittiklerime sevindikleri gibi kaybettiklerine övündükleri gibi!
Bazen sevinmek lazımmış gidenlerin ardından. Bazen bencil olabilmek lazımmış. Bazen biraz insan olabilmek lazımmış aslında!
Şimdi onlar yerine biz mi utanmalıyız acaba, ne dersin?

20 Ocak 2009 Salı

-

adını üç kez söyledim yüksek sesle adın yoktu
bir insan nasıl adsız olabilir diye korktum
korku yoktu.
sanırım bir tek şey vardı artık
bir prenses gibi süzüldü bıçak elimde
bıçak vardı. eminim, ama kan yoktu bedenimde
ölüme yer kalmamış hayret
nasıl doldurduysam artık kendimi, nasıl tıka basa
yer kalmamış ölüme... (altay öktem)

19 Ocak 2009 Pazartesi

sızıntı

Sevmezmiş yağmuru. Hiç de sevmemiş. O karşı konulmaz berraklıkta koruyamazmış kendini belki. Belki de hikayesini paylaşabilecek hiç kimsesi olmamış sırılsıklam otururken bahçesinde. Anlatamamış!
Suskunluklarının derinliklerine gömerken kırılan hayallerini ilk kez paylaşmış yağan yağmurla yitik sözcüklerini. Hep yağmur yağarmış zaten onun kentine. En çok da bu yüzden gitmek istermiş hep. Hep gitmek istemiş. Neredeymiş güneşli günler, gülümseyen gerçekler?
Yüzler… yağmurun altında kasvetli, sinirli mimikler. Yağmurun altında her zamanki heybetlerinden yoksun bedenler. Yağmurun altında zorunlu vazgeçişler!
Sevmezmiş yağmuru ama ilk kez o gün atmış kendini sokaklara. Sanmış ki yağmur yağdıkça akar bu kez üstündeki pislik. Sanmış ki doğabilir tekrar güneş, eğer o yağmura sırtını dönmezse bir kez. Sadece bir kez izin verirse onu sarıp sarmalamasına, hevesini giderirse… gülümseyebilirmiş günler aynalara!
Okşarken hiç bilmediği eller yüzündeki acı izlerini, gülümsemiş. Yok olup gidecekler diye, gözyaşı gibi akıp sonsuzluğa karışacaklar diye, bir daha hiç olmayacaklar diye. Yüreğindeki sebepsiz kıpırdanmalar rahatsız etmiş onu. Olamazmış ya artık böylesi! Ama yine de gülümsemiş… kaybolacaklarmış ya sonsuzda!
Su birikintisi… ıssız sokakta delice yağan yağmurun hediyesi yapay aynalar. Sevinmiş; yağmurun onu nasıl değiştirdiğini merak etmiş. Delice düşünceler! Ama baktığında o ufak birikintiye fark etmiş ki yağmur akarken bedeninden yavaş yavaş bir şeyleri de götürmüş beraberinde… neredeymiş yüzünün yarısı? neredeymiş gülen gözleri? Neredeymiş aynaya her baktığında içinde kendini kaybetmekten zevk aldığı o ela gözleri? Oysa yağmur gülümsetebilirmiş ya onu, oysa doğarmış güneş o deli bakışlarda hani?
Yıkılmış…
Bir kez daha lanet etmiş hayata… bir kez daha neden demiş, cevabın olmadığını bile bile… bile bile lades işte !
Oysa o gülen gözlerle mutluluk oyunları oynayan birileri varmış uzaklarda… unutmuş o-nların yağmuru hep çok sevdiklerini! Unutmuş onların yağmurun çocukları olduklarını; yağmur gibi bir anda gelip akıp gittiklerini ve hep en güzel şeyleri yanlarında götürdüklerini!
Aynadaki yansımasına tekrar tekrar bakmış. Ağlayamazmış bile artık.
Peki Tanrı neden ondan çaldıklarının yerine yenilerini koymazmış? Neden hep ondan almalarına izin verirmiş de çalmayı hiç öğretmezmiş?
Oysa, dedim ya, hiç sevmemiş yağmuru… hiç sevmemiş yağmur altındaki çift kişilik hayalleri!
Unutmuş!...
Unutulmuş!...

17 Ocak 2009 Cumartesi

Böceğe dair ... Böceğe ait ...

İstanbul gibi tuzak zamanlar... İstanbul gibi uzak benlik! İstanbul kadar soğuk umutlar… mutluluk oyunları oynayabildiğimiz vakitlerden kalan kırıntılar var ceplerimde şu an. Umutların, sevginin, tutulmamış sözlerin, hayallerin parçaları.. gittikçe ufalan birikintiler. Güvercin yemleri!
‘Büyü bozulmasın’ ! ...
Oysa yaşayabilirdik biz bir aşkı sonuna kadar. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin –sevgi-nin gözlerine bakarak eriyebilirdik ilk günkü gibi! Saf kalabilirdi aşk! Korksak da yenilmezdik ki, -O- ellerimizi tutabilecek gücü kaybetmedikçe. Ve o yorulmadıkça yem etmezdik umutları güvercinlere… oysa hep yorulurlardı sonunda. O katıksız sandığımız sihri oturdukları oyun masalarında unutup sıkılınca çekip giderlerdi! Sönerdi büyülü güçler, tükenir, tüketirlerdi acımasızca… hiç düşünmeden!
Evet… bencillerdi!

Korkarak yaşamak… kaçarak, saklanarak, yenilgiyi kabul ederek yaşamak! Sadece dinlemek masalları (mutlu bir son olmadığından emin olarak) ve uzaktan bakmak kahramanlarına… dedim ya korkmak, bir gün tekrar aynada o kahramanlardan birinin silueti olmaya!
Oyunun adı saklambaç…
Oyunun adı körebe…
Oyunun adı her ne olursa olsun değişmeyen tek gerçek; ebe sensin, ebe benim !
Yeter ki ‘büyü bozulmasın’…
Masallara inanabilirsin çocuk ama bil mutlu son yok, olmayacak! Sen o masalları dinlerken bir yandan güvercinlere umut kırıntılarını dağıtan olacaksın yine. ‘oysa’ diyeceksin her seferinde; oysa saf kalabilirdi… değişebilirdi…
Olmadı… olmaz… olmayacak da…
Aman ha dikkat et ‘büyü bozulmasın’ !

Ve şimdi diyorum ki sana; katılma o masallara… uyma sakın boş kahramanlara… inanma yalanlara, inanma mutlu sonlara!
Sonu biliyorsun…
Yoksa büyü bozulacak!