17 Ocak 2009 Cumartesi

Böceğe dair ... Böceğe ait ...

İstanbul gibi tuzak zamanlar... İstanbul gibi uzak benlik! İstanbul kadar soğuk umutlar… mutluluk oyunları oynayabildiğimiz vakitlerden kalan kırıntılar var ceplerimde şu an. Umutların, sevginin, tutulmamış sözlerin, hayallerin parçaları.. gittikçe ufalan birikintiler. Güvercin yemleri!
‘Büyü bozulmasın’ ! ...
Oysa yaşayabilirdik biz bir aşkı sonuna kadar. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin –sevgi-nin gözlerine bakarak eriyebilirdik ilk günkü gibi! Saf kalabilirdi aşk! Korksak da yenilmezdik ki, -O- ellerimizi tutabilecek gücü kaybetmedikçe. Ve o yorulmadıkça yem etmezdik umutları güvercinlere… oysa hep yorulurlardı sonunda. O katıksız sandığımız sihri oturdukları oyun masalarında unutup sıkılınca çekip giderlerdi! Sönerdi büyülü güçler, tükenir, tüketirlerdi acımasızca… hiç düşünmeden!
Evet… bencillerdi!

Korkarak yaşamak… kaçarak, saklanarak, yenilgiyi kabul ederek yaşamak! Sadece dinlemek masalları (mutlu bir son olmadığından emin olarak) ve uzaktan bakmak kahramanlarına… dedim ya korkmak, bir gün tekrar aynada o kahramanlardan birinin silueti olmaya!
Oyunun adı saklambaç…
Oyunun adı körebe…
Oyunun adı her ne olursa olsun değişmeyen tek gerçek; ebe sensin, ebe benim !
Yeter ki ‘büyü bozulmasın’…
Masallara inanabilirsin çocuk ama bil mutlu son yok, olmayacak! Sen o masalları dinlerken bir yandan güvercinlere umut kırıntılarını dağıtan olacaksın yine. ‘oysa’ diyeceksin her seferinde; oysa saf kalabilirdi… değişebilirdi…
Olmadı… olmaz… olmayacak da…
Aman ha dikkat et ‘büyü bozulmasın’ !

Ve şimdi diyorum ki sana; katılma o masallara… uyma sakın boş kahramanlara… inanma yalanlara, inanma mutlu sonlara!
Sonu biliyorsun…
Yoksa büyü bozulacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder